-
Bir Gülümseme: Arkadaşlık
“Atalarımız bozkır hayatı yașarken arkadan herhangi bir saldırıya mani olmak için sırtlarını bir ağaca, kayaya veya taşa vererek ok atarlardı. “Sırt dayanan taş“a “Arka-taş” demişler, oradan da “Arkadaş” olarak dilimize yerleşmiştir. Arkadaş, yani sırtını dayayabileceğin kişi…”
İnsan hayat yolculuğunda bir sürü insan tanır ve bir sürü yaşanmışlık tecrübesi kazanır. Bazen acı tecrübelerdir bunlar. Bazense hissettiğin güven duygusudur. Rüzgar diğerlerine ‘Mektubun sesini duydunuz mu?’ diye sorar. Bu mektup bir arkadaşın içinde biriktirdiği gülümsemedir. Bu gülümseme birlikteliğimizin filmleri, öyküleri, şarkıları, türküleri, yaşanılmış olan anılardır. Bu gülümseme gönlümüzü dolduran cümleler, birlikte cümlenin devamını getireceğin trenin gelişini beklemektir. Bazen bu gülümseme kuzey filmleri gibidir. Issızlık, sessizlik, boşluk… Kuzey filmlerini izlerken bu gülümseme vardır işte. Sessizlik anında yanında olduğunu bildiğin arkadaşlar. Sesinin titremesinden mahzunluğunu, cümlelerinde hissedilen kederi anlayan birileri. Edip Cansever’in ‘Vakit vakit incelen vakit’ dediği gibi bu arkadaşlıklar da ‘incelir’ ve gönlümüzde kalır.
Bütün arkadaşlarıma Arka-Taş olabildiğiniz için teşekkürlerimle…
-
Radyodan İçli Bir Ses
Hani bir şiir yazarsın da onu düşünürsün her bir mısrasında. Hani gökyüzüne baktığında onun gözlerini görürsün. Hani yağmur yağdığında gözyaşların onun içindir. Hani bir mektup yazarsın da sahibine ulaştıramazsın ya. Yapraklar ürpermeye başlar ya zamanla. Her doğan gün eskisini hatırlatır. Heceler kuşkuya ram olur, cümleler ağlar her bir kalem tutuşumda. Sükut içinde sakladığın düşünceler ateş olmuştur. Gözlerindeki efsunun narında kalan yalnızlık ise gurbette. Boğazımda boğumlanan sözcükler duygularımın belirsizliğindendir. Kirpiklerinden okunan sitem korkularımdır biçare. Kebud-i saçların zülfün teline bağlanmış durduğundandır. Kirlenen dünyaya yazılan şiirlerdir senin gözlerin. Ruhumun kalbine bakışıdır tevhide dizilen sevda. Yangın düşen yüreğime renk cümbüşüdür gülüşün. Sevda gülü solarkan asr-ı saadette, gönlümde bir ateş yaktığındandır umudum. Bir ses duydum: En hassas duygularla işliyordu notaları. Bir ses duydum: konuşması gerçeğe dökülen hayalleri yansıtıyordu. Bir ses duydum: sanatın dokusunu ilmek ilmek işliyordu yüreklere. Bir ses duydum: En masalsı duyguları destansı coşkularla cana dokuyordu. Bir ses duydum: hüznün iklimindeki ayrılığı öğretiyordu. Öyle bir ses duydum ki radyodan içli bir ses. Bülbülün feryadına bir ‘ah’ da o katıyordu.
-
BEKLEDİM
Kaybettiğimi bilsem de saydım tükettiğim günleri
Beklemek istedim yanardağının dibindeki hazineleri
Açılacak diye gölgesinde beklediğim kapıları
Hasretimle yaşattım senin aşka olan bakışlarını.
Kırıldı, kalbime gökyüzünden inen kırağı
Sardı, rüyalarımı en karanlık dağların rengi
Fotoğraflarda bile kaybettim o kırgın ışıkları
Hasretimle yaşattım o kanayan duygularımı.
Dolunay bile geceyi en çaresiz hayallere açtı
Bıraksam mı umut ettiğim günleri dağların ardında
Sussam kuşkuya ram olur mu ölümüm bu yolda?
Hasretimle yaşattım beni öldüren fani geçmişimi.
Acıyor, bana bakınca şiir yazan kalemler
Hatırlatıyor, yıldızların en garip sevdası karanlık
Öğretiyor, zindanında kitlediğin kızgın hatıralar
Hasretimle yaşattım gemileri yutan o boğuk denizi.
Ağlayınca gülüyorum yıllar yılı bekleyişime
Gitmesini beklerken bozuyor güvercin ahengi
Yakarken korkuyla ıslandı cevapsız kalan yüreğim
Hasretimle bekledim belki bana dönersin diye.
-
ELA
Tutununca anlarsın yağmurun o dare acısını
Bir gün unutsa bile o nağmelerin akışını
O saklanan feryadım korkularımdır biçare
Ela, söyle güller içinde sevenim var mı benim?
Senin aşka bigâne bakışlarındır ölüm
Yalnızca yalnızlığa kokuyor bu ıstırap
Ben koklayınca yüz çeviren çiçekler
Ela, söyle makberine gömülsün mü bedenim?
Güneşin ufkunda ararım ışığı
Hangi hayale dalsam çıkageldin hatırıma
Akşam bile senin için beklerim sabahı
Ela, söyle kaç kere çağırdım seni öteden?
Yürünmemiş dağlar siyah renge boyanmış
Hani bulutlardaki sevdalar bitmezdi?
Ben yürürüm bulutların yokuşunda gün be gün
Ela, söyle tükettim mi bu mutluluk çağını?
Kalemler bana bakınca erir bu günlerde
Ah be gönül rıhtımımda biriken duygular
Sana doğru akan suretimdir suçum
Ela, söyle yine kırgın ışıklar gibi beyaz mısın?
Kuşkular zindanına attırdığın ben miyim?
Sadece yıldızlara bakıyorum gözlerin diye
Kırılsa da parçalanan o sevda
Ela, söyle yine sensizliği sevmeli miyim?
-
Yazmak, Şair Olmaktır
Yazmak, duygu ve fikir mimarisinin gelişmesinde en etkili yollardan biridir. Gönül dairemizdeki duygu çağlayanını ortaya çıkarır. Ervah dairemizdeki hissiyatı güçlendirir ve bizi besler. Yazmak cesaret ister. Kimi zaman ağaç kütüğüne yazılan yalnızlık şiirleridir, kimi zaman deriye yazılmış toplum sözleşmesidir. Taşlara kazıdığımız edebiyattır. Bir kuşun kanat çırpışıyla ferman yazmaktır. Cesaret budur: Efsaneleri derilere kazımak, şiirleri kalplere yazmaktır. Bir tohumun fidan olmasını, bir annenin fedakarlığını anlatmaktır kalplere. Yazmak, sabır ister. Sabrın tevekkülünde hissedilen duyguların huzurudur. İmtihan ve acının tevriyeleriyle yüklü olan korkuya kapılmamak ve şükretmektir. Hz. Eyyüb’ün sabır makamıdır. Yazmak, maneviyat ister. Annenin dua edişi, babanın namaz kılmasıdır. Camilerde hissedilen kalb-i huzurdur. Kalem suresinde üstüne yemin edilen bir emirdir. Yazmak, ciddiyet ister. Kaleme verdiğin sözdür. Doğruyu, hakkı savunmaktır. Yazmak, okumaktır. Hayatı, aşkı, hüznü, korkuyu, Kur’an-ı Kerim’i okumaktır. Yazmak, dinlemek ister. Bir kuşun kanat çırpışını, bir bebeğin aldığı ilk nefesi duymak, yağmurun gözyaşlarını dinlemektir. Yazmak, yalnızlık ister. Kendi gönül rıhtımınla baş başa kalmaktır. Kelimelerin düşünce girdabında demlenmek ve haz almaktır. Yazmak, şair olmaktır. Kubbelerdeki ezanın tefekkürünü, gönderilmemiş olan hüzün mektubunu, gitmeni isteyen İstanbul’u, mürekkep lekeleriyle dolu olan kağıtları, düşünce girdabında kaybolmuş dalgaların karmaşasını hakkıyla yazmaktır.
-
Çocuk Kalbi
“Çocuk olmak ne demek biliyor musun? Günümüz insanından çok farklı olmak demek. Mucizeden doğan bir ruha sahip olmak demek; sevgiye, aşka, inanmaya inanmak demek; elflerin uzanıp kulağına fısıldayabileceği kadar küçük olmak; balkabaklarını at arabalarına, fareleri atlara, düşkünlüğü yüceliğe, hiçliği herşeye dönüştürebilmek demek, zira her çocuk ruhunda kendi iyilik meleğini taşır; çocuk olmak bir fındık kabuğunda yaşayıp kendini sonsuz uzayın kralı saymaktır.”
Çocukluk, bir karıncaya baktığında üstünde taşıdığı yükün muhasebesini görmektir. Bayramda kapı kapı dolaşıp şeker toplamak, dedelerin elini öpmektir. Annelerin yüreğindeki masumiyet, balkabağına dönüşen fareyi beklemektir. Babalarla rüzgara kapılan uçurtmayı yakalamaktır. Kuşlara baktığında şarkı söylemek, civcivlerle dans etmektir. Bir bez bebek gördüğünde mutlu olmaktır. Zincirleri keresteye bağlı olan salıncakta masum bir oyundur çocuk olmak.
Çocukluk, bir annenin terk edişidir. Babalarla edilen kavgalar, hüznün huzurudur. Sokaklarda aç kalmak, çalışmak zorunda kalmaktır. Kardeşlerinin ölümünü görmektir. Gözlerin kederli haykırışlarında hiç çikolata yememektir. Geleceğe mağrur bakışlar ve fikirlerle adım atmaktır. Hayata dair kuşkulu olmaktır. Çocuk olmak hiç oyuncağa sahip olmamaktır.
Sahi çocukluk nedir? Salıncakta ağlamak mıdır? O kurslardan bu kurslara koşmak mı? Annelerin ölümünü görmek mi ? Yalnızca oyun oynamak mıdır? Yoksa zorunluluk duyarak dünyaya getirilen, dünya uçurumunda kaybolan insanların kırdığı çocuk kalbi midir?